• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

42Furkan Suresi 59-60



Hatalı Çevrilen Ayetler


42Furkan Suresi 59-60


Hatalı Çeviri:
59. Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân'dır. Bunu bir bilene sor.
60. Onlara: Rahmân'a secde edin! denildiği zaman: «Rahmân da neymiş! Bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç!» derler ve bu emir onların nefretini arttırır.



Doğru Çeviri:
59O daima diri olan, gökleri, yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir. Haydi, sen bunu çok iyi bilene sor.
60Ve onlara “Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] boyun eğip teslimiyet gösterin!” dendiği zaman, “yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah da neymiş? Senin bize emrettiğin şey için mi boyun eğip teslimiyet göstereceğiz?” dediler. Ve bu boyun eğip teslimiyet gösterme emri, onların nefretlerini artırdı.


59O daima diri olan, gökleri, yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir. Haydi, sen bunu çok iyi bilene sor.


Kaf suresinin 38. ayetinin tahlilinde belirttiğimiz gibi, ayette geçen "altı gün" ifadesi "altı devre" anlamına gelmektedir.

İSTİVA

Müteşabih bir anlatım olan "arşa istiva" ifadesi, lâfzen "arşın üstüne kurulmak", mecazen de "en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak" anlamına gelir. Allah’ın mekândan münezzeh olduğu birçok ayetle bildirildiğine ve aklen de sabit olduğuna göre, bu ifadede sözcüklerin "hakikat" anlamlarının murat edilmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla Allah’ın arşa istiva etmesi, Allah’ın en büyük makama sahip olduğunu ve en büyük gücü elinde bulundurduğunu ifade etmektedir.

Ayetteki "Habir’e sor" ifadesinden -Rabbimizin bir adının da "Habir" olması sebebiyle- "Allah’a sor" anlamı çıkarmak mümkün gibi görünse de, ayetteki söz akışı buna imkân vermemektedir. Çünkü zaten bu açıklamayı yapan Habir Allah’ın kendisidir ve yaptığı açıklamadan sonra Allah’ın, "sen bunu Allah’a sor" demiş olması uygun düşmemektedir.

Biz, güvenilmesi gereken ölümsüz Hayy’in [Allah’ın] başka niteliklerinin de ortaya konulduğu bu ayette, Allah’ın belirtilen bu niteliklerine bilgin kişilerin tanık tutulduğunu ve ayetteki "Habir [çok iyi bilen]" ifadesiyle Ehl-i Kitap bilginlerinin kastedildiğini düşünüyoruz. Nitekim Nahl suresinin 43. ayetindeki "onu Zikir ehline sor" ifadesinden anlaşıldığına göre, yerin ve göklerin altı günde yaratıldığı Ehl-i Kitap bilginlerince bilinmektedir ve onlar bu bilgiyi ellerindeki kitaptan almışlardır:

Kitab-ı Mukaddes’te şöyle denilmektedir:

11- Çünkü ben RABB, yeri, göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü'nü kutsadım ve kutsal kıldım. [(Çıkış, Bab 20, 11. cümle]

Ancak Kitab-ı Mukaddes’te geçen "yedinci gün dinlendim" ifadesi, Kur’an tarafından şöyle tashih edilmiştir:

38Ve kesinlikle Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı evrede oluşturduk. Ve Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı. [Kaf/38]


60Ve onlara “Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] boyun eğip teslimiyet gösterin!” dendiği zaman, “yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah da neymiş? Senin bize emrettiğin şey için mi boyun eğip teslimiyet göstereceğiz?” dediler. Ve bu boyun eğip teslimiyet gösterme emri, onların nefretlerini artırdı.


Bu ayette, müşriklerin küstah bir tavır içine girerek Allah’ın (59. ayette vurgulanmış olan) "Rahman" sıfatını yadırgadıkları görülmektedir. Müşriklerin bu tavrı daha önce Firavun tarafından Musa peygambere karşı da gösterilmiştir:

23Firavun: "Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?" dedi. [Şuara/23]

Aslında müşriklerin "Rahman da neymiş?" demeleri, onların isyanlarından kaynaklanmaktadır. Zira Mekke kâfirleri, onlara göre bir kabile tanrısı olan Rahman’dan habersiz değildirler:

110De ki: "Allah diye çağırın veyahut Rahmân diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O'nundur. Salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmanı; toplumu aydınlatmaya çalışmanı] açıkça yapma, gizli de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara." [İsra/110]

Mekke müşriklerinin Rahman hakkındaki sorunlarının O’ndan habersiz olduklarından değil de gururlarından, isyanlarından kaynaklandığı, ayetin onların bu davranışları yüzünden cezalandırılacakları yönündeki ifadesinden anlaşılmaktadır. Çünkü eğer sadece habersiz oldukları için Rahman’a karşı çıkmış olsalardı, elbette Allah onlara kendisinin Rahman olduğunu yumuşak bir dille anlatırdı. Ayrıca, "Rahman" sözcüğünün eski zamanlardan beri Allah için kullanılıyor olduğu tarihî bir gerçek olup bu da müşriklerin "Rahman" isminden habersiz olmadıklarını göstermektedir.

Bu konuyla ilgili olarak Mevdudi’nin tespitleri özet olarak aşağıdadır:

Şunun belirtilmesi gerekir ki, Arabistan'da hakiki inancın ışığı tümüyle ilk kez, tarih öncesi dönemde yaşamış olan Hud ve Salih Peygamberler tarafından yayılmıştı. Onları Rasûlullah'tan (s.a) 2500 yıl önce yaşamış olan İbrahim ve İsmail Aleyhisselâmlar izledi. Onlardan sonra ve Rasûlullah'tan 2000 yıl önce Arabistan'a gönderilmiş olan son peygamber Şuayb Aleyhisselâm'dı. Görülüyor ki, bu oldukça uzun bir zaman dilimidir. İşte, bu kavme hiç uyarıcının gelmediği bu yüzden zikredilmektedir ve vakıa da budur. Bu, onlara hiç peygamber gönderilmediği anlamına değil, bu kavmin uzun süredir bir uyarıcıya ihtiyaç duyduğu anlamına gelir.

Burada hemen cevaplandırılması gereken bir soru akla gelebilir. Şöyle ki: Rasûllullah'tan önceki yüzlerce yıl Arap toplumuna hiç peygamber gelmediğine göre, cahiliye çağları boyunca sapıklık içinde yaşamış insanlar hangi gerekçeyle hesaba çekileceklerdir? Onlar, kendilerini hata ve sapıklıktan koruyacak bir kılavuza sahip değildirler. Öyleyse, sapmış olmaları durumunda, bu sapıklıklarından ötürü nasıl mesul tutulacaklardı. Cevap şudur: Onlar hakikî inanca dair ayrıntılı bilgiden yoksun olabilirlerdi belki; fakat cahiliye dönemlerinde bu insanlar tevhîd inancından habersiz değildiler; çünkü hiçbir peygamber, takipçilerine putperestliği talim etmemişti. Bu hakikat Arapların kendi beldelerinde doğmuş olan peygamberlerden gelen rivayetlerde de ihtiva edilmekteydi; ayrıca kendi beldelerinin hemen bitişiğinde doğmuş bulunan Musa, Davud, Süleyman ve İsa'nın (Aleyhimüsselâm) öğretilerini de bilmekteydiler. Arap geleneklerinde de çok iyi bilinmekteydi ki, Arapların kadim dönemlerinde izlenen gerçek din, İbrahim'in diniydi ve puta tapmayı onlar arasında başlatan ilk Adam Amr bin Luhayy idi. Şirk ve putperestliğin tüm yaygınlığına rağmen Arabistan'ın birtakım kesimlerinde Şirk'i reddedip, tevhid'i benimseyen ve putlara kurban sunmayı açıkça lânetleyen çok sayıda insan bulunuyordu. Bizzat Rasûlullah'ın (s.a.) zuhuruna yakın dönemde "Hunefa" (hanifler) olarak bilinen çok sayıda insan yaşamıştı ki, bunlardan bazıları şunlardı: Kuss bin Saidet-ül- İyadi, Ümeyye bin Ebi es-Salt, Suveyd bin Amr el-Mustalikî, Vaki bin Selame bin Züheyr el-İyadî, Amr bin Cündüb el-Cühenî, Ebu Kays Serme bin Ebi Enes, Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, Varak bin Nevfel, Osman bin el-Huvaris, Ubeyde bin Cahş, Amir bin ez-Zerb el-Advanî, Allaâf bin Şehab et-Temimî, El-Mütelemmis bin Ümeyye el-Kinanî, Zühehyr bin Ebû Selmâ, Halid bin Sinan bin Gays el-Absî, Abdullah b. Kudâî... vd.

Bu insanlar açıkça itikadın temeli olarak tevhidi'i tebliğ ediyor ve müşriklerin dininden ayrı olduklarını söylüyorlardı. Apaçık ki, onlar bu kavrama, peygamberlerin talimatından geriye kalanlar aracılığıyla ulaşmışlardı. Dahası, Yemen'de modern arkeolojik araştırmaların sonucu olarak keşfedilmiş olan M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllara ait metinler, o dönemlerde buralarda tek tanrıcı dinin var olduğunu ortaya sermektedir.

Bu dinin salikleri er-Rahman'ı ve Rabbü's-Semavati ve'l-Ard'ı (Göklerin ve yerin Rabbi) tek ilâh olarak kabul etmekteydiler. Bir mabedin harabeleri arasında M.Ö. 378 tarihli bir metin bulunmuş ve üzerinde o mabedin yalnızca "Göklerin İlâhı" ve "Göklerin Rabbi"ne ibadet için inşa edildiği kaydı tesbit edilmiştir. M.Ö. 465 tarihli bir diğerinde de tevhid doktrinine açıkça işaret eden kelimeler yer almaktadır. Aynı şekilde Kuzey Arabistan'da Fırat Nehri ile Kınnesrin arasındaki Zebed bölgesinde "Bism-ilâhu la izza illâ lehu, la şukra illâlehu" kelimelerini ihtiva eden M.Ö. 512 tarihli bir metin keşfedilmiştir. Tüm bunlar Rasûlullah'ın (s.a.) gelişinden önce, geçmiş peygamberlerin getirdiği mesajın tümüyle unutulmadığını ve insana hiç değilse şu hakikatı hatırlatacak birçok vesilenin hâlâ mevcut bulunduğunu göstermektedir: "Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır"

Tarih, eski çağlarda Sebeliler arasında sadece bir tek Allah'a ibadet eden küçük bir topluluğun yaşadığını göstermektedir. Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar sonucu Yemen'de bulunan kitabeler bu küçük unsurun varlığına işaret etmektedir. Yaklaşık olarak M.Ö. 650 yıllarına ait kitabeler, Sebe krallığı içinde, sadece Zu-semevi veya Zû-semâvi'ye (yani Rabb es-Sema! Göklerin rabbi) ibadete hasredilmiş evler bulunduğunu söylemektedir. Bazı yerlerde bu ilâhtan Meliken zu-semavi (Göklerin sahibi olan Melik) diye bahsedilmektedir. Sebelilerin bu mirası Yemen'de yüzyıllarca yaşamaya devam etmiştir. M.S. 378 tarihli bir kitabede "İlah zu-semavi" (bu mabet, ilâh zu-semavi'ye aittir) ifadesi bulunmaktadır. M.S. 465 tarihli bir kitabede şöyle bir ifade yer alır: "Bi-nasr ve riza ilâh-in bel semin ve ardin (Göklerin ve yerin sahibi olan ilâhın yardım ve rızasıyla) . M.S. 458 tarihli başka bir kitabede de Rahman kelimesi, bi-rıza Rahmanen (Rahmanın yardımıyla) şeklinde kullanılmaktadır. [Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an]

Klâsik kaynaklarda 60. ayetin Ebucehil hakkında indiğine dair nakiller mevcuttur. [Mükatil] Bunlara göre güya peygamberimiz; "Rahman’a secde edin" deyince, Ebucehil, "Rahman Müseyleme’dir. Sen nasıl oluyor da rakibin olan, peygamberlik davası güden Müseyleme’ye secde edin dersin" diyerek peygamberimizi tutarsızlıkla itham etmiş ve bu sebeple de bu ayet inmiştir. Ancak, böyle bir şeyin doğru olması mümkün değildir. Zira bu ayetler Mekke’de Ebucehilin sağlığında inmiştir. Ama Müseyleme Medine döneminin sonlarında, Ebucehilin ölümünden yıllar sonra ortaya çıkmıştır.*



*İşte Kuran, Furkan Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim